Bir haksızlığı veya kötülüğü sadece görüp izlemek, bunu düzeltmek için
Müdahale etmemek, sessiz kalmak o suça ortaklıktır.
Bazı kişiler;
Her konuda ahkâm keserler, her şeyi herkesten iyi bildiğini sanırlar.
Elini taşın altına koymak yerine, sürekli başkalarının çabalarını küçümseyerek eleştirirler.
"Ben kendimi tehlikeye atmam, bu halk için değer mi?
Millet para harcayıp gezmek,
yemek içmek derdinde.
Bu halk hiçbir şeyi hak etmiyor!" diyerek kendisi sanki
O topluma ait değilmiş gibi
toplumu eleştirir, beğenmez ama değiştirmek için ne çabası, ne bir fikri de yoktur.
Oysa aynı kişi, bütün önemli günlerde
"Mustafa Kemal’in askerleriyiz!" diye
Haykırarak, sesini en yüksek perdeden yükseltir, en vatansever o oluverir.
En vatansever, en milliyetçi, hatta en solcu onlardır...
Ama bu gösteriş, boşunadır,
Herkes bilir onu ve benzerlerini.
Birde
Farklı patron çeşitleri vardır,
1. muhafazakâr patron modeli.
Bu patron, her cuma saatinde işyerinde işi durdurur, çalışanlarını camiye davet eder. Cumaya gelmeyenleri hor görür, onaylamaz bakışlarla eleştirir, beğenmez.
Ancak aynı patron, işçilerine asgari ücret verir, maaşları geç yatırır ve en ucuz sanayi yemeklerini yedirir
Biraz fazla kâr'a geçmek için.
Maaşlarını her ay mutlaka bir kaç gün geç yatırır ki
Faizde biraz daha kazansın parası. İşçinin emeğinden çalar.
Bununla da yetinmez, her yıl hacca gider; en lüks otellerde konaklar.
İşçilerine o hac parasını ikramiye veya zam olarak
verse, işçilerin bir nebze olsun yüzleri gülecek, biraz elleri rahatlayacak ama yapmaz, onları kendisine muhtaç bırakmaktan haz alır.
Yine de çok haksızlık etmeyelim, hac'dan dönünce işçilerine bolca hurma ve zemzem suları getirir.
Ve "Allah size de nasip etsin!" der,
Aslında bilir (verdiği asgari ücretle bunun mümkün olmayacağını)
ama yinede işçilerin ona şükretmelerini bekler kibirinden taviz vermez. Çünkü o patrondur, işçilerin velinimetidir, onlardan üstündür.
2. Birde çağdaş patron modeli vardır: onlar, lüks yatıyla okyanuslarda gezer. Hatta ada satın alır, senede bir kaç gün kafa dinlemek için.
Lüks ve israfın zirvesinde yaşar
ama
işçilerine asgari ücret maaş verir. Minnetle çalışmalarını bekler.
"Benim sayemde karınları doyuyor'' der ve her türlü sömürüyü kendinde hak görür.
Karşı çıkıldığında ezer geçer işçiyi
Parası olan kendisidir, işçiden bol ne vardır!!!
Kendisine muhtaç olan, o iş vermese açlıktan ölecek kişidir işçi.
(oysa çok korkar, işçilerinin sendikaya üye olmasından, ve kendilerine karşı örgütlenip, bilinçlenmelerinden o yüzden işyerlerinde sendikaya izin vermez.)
Böylece,
Zenginler sürekli zenginleşip malına mal, milyonlarına milyonlar eklerken, fakirler daha da yoksullaşır.
İşçiler ayda bir kez et yüzü ya görür, ya görmez.
Yoksullukla yaşamaya çalışırken, sürekli "Ya bu işim olmasa ne yapardım?" diye düşünüp,
işi olduğu için şükreder.
Ama asıl kendisinin Patronunun velinimeti olduğunu ise aklından bile geçirmez.
İşçiler üretmese patron nasıl zengin olacak.
İşçilerin; alın terlerinden başka neyi var?
Sadece borçları!
Ve
Geleceksiz bir yaşamın kaygısı.
Ama sadece ekonomik kaygılar da değil. Can güvenliği yok, mal güvenliği yok, fikir ve konuşma özgürlüğü yok.
Bu yoksulluk ve haksız döngüyü değiştirebilecek tek şey sadece ve sadece halkın kendisidir.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yıldız ZWEZDA
Sessizlik her zaman asaletten değildir.
Bazen hiçbir şey yapmamak
Suça ortak olmaktır!
Bir haksızlığı veya kötülüğü sadece görüp izlemek, bunu düzeltmek için
Müdahale etmemek, sessiz kalmak o suça ortaklıktır.
Bazı kişiler;
Her konuda ahkâm keserler, her şeyi herkesten iyi bildiğini sanırlar.
Elini taşın altına koymak yerine, sürekli başkalarının çabalarını küçümseyerek eleştirirler.
"Ben kendimi tehlikeye atmam, bu halk için değer mi?
Millet para harcayıp gezmek,
yemek içmek derdinde.
Bu halk hiçbir şeyi hak etmiyor!" diyerek kendisi sanki
O topluma ait değilmiş gibi
toplumu eleştirir, beğenmez ama değiştirmek için ne çabası, ne bir fikri de yoktur.
Oysa aynı kişi, bütün önemli günlerde
"Mustafa Kemal’in askerleriyiz!" diye
Haykırarak, sesini en yüksek perdeden yükseltir, en vatansever o oluverir.
En vatansever, en milliyetçi, hatta en solcu onlardır...
Ama bu gösteriş, boşunadır,
Herkes bilir onu ve benzerlerini.
Birde
Farklı patron çeşitleri vardır,
1. muhafazakâr patron modeli.
Bu patron, her cuma saatinde işyerinde işi durdurur, çalışanlarını camiye davet eder. Cumaya gelmeyenleri hor görür, onaylamaz bakışlarla eleştirir, beğenmez.
Ancak aynı patron, işçilerine asgari ücret verir, maaşları geç yatırır ve en ucuz sanayi yemeklerini yedirir
Biraz fazla kâr'a geçmek için.
Maaşlarını her ay mutlaka bir kaç gün geç yatırır ki
Faizde biraz daha kazansın parası. İşçinin emeğinden çalar.
Bununla da yetinmez, her yıl hacca gider; en lüks otellerde konaklar.
İşçilerine o hac parasını ikramiye veya zam olarak
verse, işçilerin bir nebze olsun yüzleri gülecek, biraz elleri rahatlayacak ama yapmaz, onları kendisine muhtaç bırakmaktan haz alır.
Yine de çok haksızlık etmeyelim, hac'dan dönünce işçilerine bolca hurma ve zemzem suları getirir.
Ve "Allah size de nasip etsin!" der,
Aslında bilir (verdiği asgari ücretle bunun mümkün olmayacağını)
ama yinede işçilerin ona şükretmelerini bekler kibirinden taviz vermez. Çünkü o patrondur, işçilerin velinimetidir, onlardan üstündür.
2. Birde çağdaş patron modeli vardır: onlar, lüks yatıyla okyanuslarda gezer. Hatta ada satın alır, senede bir kaç gün kafa dinlemek için.
Lüks ve israfın zirvesinde yaşar
ama
işçilerine asgari ücret maaş verir. Minnetle çalışmalarını bekler.
"Benim sayemde karınları doyuyor'' der ve her türlü sömürüyü kendinde hak görür.
Karşı çıkıldığında ezer geçer işçiyi
Parası olan kendisidir, işçiden bol ne vardır!!!
Kendisine muhtaç olan, o iş vermese açlıktan ölecek kişidir işçi.
(oysa çok korkar, işçilerinin sendikaya üye olmasından, ve kendilerine karşı örgütlenip, bilinçlenmelerinden o yüzden işyerlerinde sendikaya izin vermez.)
Böylece,
Zenginler sürekli zenginleşip malına mal, milyonlarına milyonlar eklerken, fakirler daha da yoksullaşır.
İşçiler ayda bir kez et yüzü ya görür, ya görmez.
Yoksullukla yaşamaya çalışırken, sürekli "Ya bu işim olmasa ne yapardım?" diye düşünüp,
işi olduğu için şükreder.
Ama asıl kendisinin Patronunun velinimeti olduğunu ise aklından bile geçirmez.
İşçiler üretmese patron nasıl zengin olacak.
İşçilerin; alın terlerinden başka neyi var?
Sadece borçları!
Ve
Geleceksiz bir yaşamın kaygısı.
Ama sadece ekonomik kaygılar da değil. Can güvenliği yok, mal güvenliği yok, fikir ve konuşma özgürlüğü yok.
Bu yoksulluk ve haksız döngüyü değiştirebilecek tek şey sadece ve sadece halkın kendisidir.
Sessizlik her zaman asaletten değildir,
sessizlik bazen;
yenilgiden ve kaybediştendir.