Dünya’da ve Türkiye’de kadın hareketi ve mücadele süreci-2
Yazının Giriş Tarihi: 03.05.2025 07:03
Yazının Güncellenme Tarihi: 03.05.2025 07:08
Cumhuriyet döneminde 1925’e kadar da oldukça etkili.
1925 öncesinde 24’te İstanbul’da tramvay grevi oluyor.
Tramvay grevi de enteresan. Yine bu grevin kökeni, Hristiyan bir yöneticiye yapılan bir tepki.
O tepkinin sonucu oluşan bir grev. Yani bir işçi ve emekçi bilinciyle oluşmaktan çok, antiemperyalist, yabancı düşmanlığı ve buna benzer daha çok milliyetçi unsurlarla beslenen bir tepki ile oluşan güçlü bir grevdir.
Bursa’da da örgütlenmeler var. 1924’te 25’te güçlü işçi birliği oluşuyor. 1925’te ki Takrir-i Sükun yasası ile Terakkiperver’in kapanması ile beraber İbrahim Hilmi tutuklanıyor, Yoldaş Gazetesi kapanıyor.
Bursa’da, Türkiye’de büyük bir sessizlik süreci başlıyor.
Ama tabi bu dönemde de işçi dernekleri kuruluyor ama 1936 yılında çok net bir şekilde “Dernek Yasası” düzenlenirken, sınıf temeline dayalı dernek kurulamayacağı net bir şekilde belirleniyor.
Dolayısıyla bu anlamda sendikal, işçi birliği gibi sınıfsal temele dayalı bir tüzük ve yönetmelikle sendika kurulamıyor.
1946 yılında da yine bir dernekler yasası oluşuyor ve bu dernekler yasasında yine aynı şekilde sınıf bilinciyle dernek kurulamayacağı belirtiliyor.
Dernek kurulamayacağı konusundaki yasaklar 1946’da çok partili sisteme geçene kadar devam ediyor.
Çok partili hayat sürecinde işçi hareketleri ve Bursa
Çok partili sisteme geçişle beraber tabii CHP içerisinde de artık birtakım açılımlar başlıyor.
1947 yılında çıkarılan dernekler yasasında sınıf bilincine ilişkin yasaklar kaldırılıyor ve daha sonra da sendikalar yasası oluşturuluyor.
Tabii süreç içerisin de Bursa önemli bir merkez.
Bursa’da çok güçlü birkaç fabrika var.
Onlardan bir tanesi Merinos, ikincisi Suni İpek Fabrikası.
Bu çok güçlü fabrikalarda büyük işçi kitleleri var.
1946’dan sonra Demokrat Parti aslında bizim gerici olarak nitelediğimiz bu parti, hem sendikaları hem işçileri destekleyen parti konumunda.
Çünkü Demokrat Parti CHP’nin zıttı olan, yapmadığı her şeyi içine alabilen bir parti oldu. Bu dönemde yani 1950’lerde kurulan Bursa İşçi Birliği’nin başkanı olan Recep Kırım çok uzun yıllar Demokrat Parti milletvekilliği yapmıştır.
Aslında Bursa’daki ilk işçi hareketlerini örgütleyen, sendikalaşmasını sağlayan, örgütlenmesi sağlayan kişilerin Demokrat Parti üyesi olduğunu görüyoruz.
İlk dönem de kurulan sendikalar bir anlamda işçileri denetlemek için onları kontrol altına almak için kurulmuş sendikalardı.
Yani kontrollü sendikalar diyelim.Bursa’daki 50’lili yıllardan 60’lı yıllara kadar neredeyse işçi liderlerinin Demokrat Parti tarafında, hatta bu dönem de Mehmet Ali Aybar’ın Demokrat Parti’den aday olması falan da bu mantıkla ilgili olmalıdır.
1961 Anayasası, İşçi Partisi ve işçi mücadelesi
Türkiye’de gerçek sendikaların emek kavramı 1961 anayasasıyla ortaya çıkıyor.
61’den sonra İşçi Partisi kuruluyor. İşçi Partisi’nin geliştirdiği anlayışla işçiler fabrikalarda örgütlenmeye başlıyorlar ve ardından DİSK kuruluyor.
DİSK işçilerin bilinçlenmesinde son derece etkili oluyor ve 12 Eylül’e kadar çok güçlü bir sendikacılıkla işçiler örgütlü bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar.
Fabrikalar taşeron sistemi diye bir şey geliştirdi, yaklaşık 20-30 yıldır.
Taşeron sistemi sendikaları tamamen güçsüzleştirdi, etkisizleştirdi.
Dolayısıyla sendikaların güçsüzleştirilmesinde ki en büyük etkenin Özal dönemindeki taşeronlaşma sistemi olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’deki kadın hareketinde en önemli dönemlerden biri Birinci Meşrutiyetten Cumhuriyetin ilanı olan döneme kadar devam eden süre içinde görülmüştür.
Bu dönemi “kadınların kamusal alanda sosyal aktör olma” evresi olarak tanımlamak mümkündür. Abdulhamid tarafından açılan “Muallime Mekteplerinde” yetişen kadınlar öğretmen olarak Osmanlı kadınını eğitmek üzere taşraya gönderiliyordu.
İkinci Meşrutiyet’e kadar devam eden bu süreçte İstanbul, İzmir, Bursa, Selanik gibi gelişmiş kentlerde önemli bir eğitimli kadın ordusu ortaya çıkmaya başlamıştı.
Bu kadın ordusu içinde kalem oynatabilen, yazı yazabilen, resim yapan, şiir yazan, batı dillerinden çeviriler yapabilen çok sayıda kadın yetişmiştir.
Fatma Aliye, Emine Semiye, Halide Edip, Nezihe Muhittin, Nigar Hanım, Gülizar Hanım, Gülnar Hanım gibi çok sayıda Osmanlı kadını eser verebilecek duruma gelmişti.
Kadın konusuna karşı gelişen bu ilgi konuyla ilgili çok sayıda kitap, dergi ve gazete ekinin yayınlanmasına yol açmıştı.
Yapılan araştırmalar bu dönemde kadın konusuyla ilgili otuz üzerinde gazete veya dergini yayın hayatında boy gösterdiğini saptamışlardır.
1917 yılında ilan edilen Aile Hukuku Kararnamesi İsviçre Medeni Kanununun verdiği tüm kadınları aşağı yukarı Osmanlı kadınına vermekteydi.
Kadınların ikinci evrenin sonuna geldiğimizde elde edemedikleri tek hakları seçme ve seçilmeyi ön gören siyasal haklar olmuştu.
Kadın hareketinin Türkiye’deki üçüncü evresi Cumhuriyetin ilanıyla başlar 1980’li yıllara kadar devam eder.
Hatta Cumhuriyetin ilanının hemen akabinde Cumhuriyet Halk Fırkası ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasından daha önce Kadınlar Halk Fırkası adında bir siyasal parti kurarak siyasal haklar elde etme yönündeki isteklerini siyasal alana taşıyarak ortaya koydular.
Bu partinin kurulmasına izin verilmeyişini takiben aynı feminist kadınlar bu kez “Türk Kadınlar Birliği” adında bir dernek kurarak bu derneğin çatısı altında siyasal haklar elde etme yönündeki faaliyetlerine Derneğin kapandığı 1935 yılına kadar devam etmişlerdi.
Türkiye’nin değişik illerinde düzenledikleri sempozyum ve konferanslar aracılığıyla yöneticilere seslerini duyuran bu kadınlar medyayı da işgal eden önemli bir malzeme oluşturmuşlardı.
Ne var ki yari resmi nitelikli medya bu kadınlarla ilgili olumsuz yayınlar yapmakta ve onları “bozguncu”, “uçuk” unsurlar olarak nitelendirmekteydi.
Kadın hareketinin üçüncü evresinde devletin tutumu kadınları “himaye etme ve onlardan yararlanma” şeklinde olmuştur. Türk Kadınlar Birliği yöneticileri, 1934 yılında Atatürk’ü oy hakkı elde etmek için ziyaret ettiklerinde Atatürk, onlardan bu tür gereksiz işlerden vazgeçmelerini, kendilerini Cumhuriyetin ideallerine adamalarını ve bu idealleri Türkiye’nin her köşesindeki kadınlara ulaştırmak için seferber olmalarını istemişti.
Bu kadınlar bununla ikna olmaz 1934 yılında Kızılay’da toplanarak Meclisin bulunduğu Ulus meydanına kadar “oy hakkı isteriz” sloganları eşliğinde yürüyüşe geçer.
Atatürk’ten bu hakkı alacaklarına dair söz aldıktan sonra dağılırlar.
Bu gösteriyi takip eden kısa bir süre sonra kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren kanun Meclise sunulur ve kabul edilir.
Bunun üzerine Türk Kadınlar Birliği yöneticileri amaçlarını elde ettiklerini düşünerek uluslararası bir sempozyum yaparak Derneği feshederler.
Cumhuriyet devrimlerinin kadın devrimiyle özdeş olduğunu dile getirenler ve buradan hareketle “devlet feminizmi” gibi bir kavram geliştirenler bile olmuştur. Halbuki Türkiye kadına seçme seçilme hakkını verdiği tarihlerde Avrupa’daki bir iki ülkenin dışında tüm ülkeler bu hakkı kadınlarına vermişlerdi.
Avrupa bir yana, Türkiye’nin etrafında yer alan ülkelerden Rusya ve Bulgaristan bu hakkı kadınlarına çoktan vermişken, İran ve Yunanistan gibi ülkelerse Türkiye’den bir kaç yıl sonra kadınlarına bu hakkı vermişlerdir.
Devlet elitinin yaygın propagandası sonucunda okumuş eğitimli kadın kitlesinde Cumhuriyet devrimlerine karşı büyük bir destek gelmiştir. Devlet eliti özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında kadınlara “muallime hanımlar” şeklinde özel bir misyon yükleyerek onları devrimlerin eğitici kadrosu olarak yetiştirmiştir.
Sol hareket içinde kadınlar sol hareketin sadece “dişi” gücünü oluşturmuştur. Nitekim bu hareketin literatürü içinde kadını tanımlayan kavram “bacı” kavramı olmuştur.
Dolayısıyla kadın dişiliğinden, aşkından, kendine özgü yaşamından ve haklarından soyutlanmış; erkekle omuz omuza, yan yana, dayanışma içinde aynı ülkü için mücadele eden bir sosyal grup oluşturmaktaydı. Devam edecek.
Bu hafta sızlere sevgılı dostum Zafer Algöz’ün İnkılap kitabevınden 2022 yılında çıkan ‘’ HIŞIRT DI BILEKBORD ‘’ Adlı kitabını öneriyorum. Saygımla.
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Harun Hüsam KURT
Dünya’da ve Türkiye’de kadın hareketi ve mücadele süreci-2
Cumhuriyet döneminde 1925’e kadar da oldukça etkili.
1925 öncesinde 24’te İstanbul’da tramvay grevi oluyor.
Tramvay grevi de enteresan. Yine bu grevin kökeni, Hristiyan bir yöneticiye yapılan bir tepki.
O tepkinin sonucu oluşan bir grev. Yani bir işçi ve emekçi bilinciyle oluşmaktan çok, antiemperyalist, yabancı düşmanlığı ve buna benzer daha çok milliyetçi unsurlarla beslenen bir tepki ile oluşan güçlü bir grevdir.
Bursa’da da örgütlenmeler var. 1924’te 25’te güçlü işçi birliği oluşuyor. 1925’te ki Takrir-i Sükun yasası ile Terakkiperver’in kapanması ile beraber İbrahim Hilmi tutuklanıyor, Yoldaş Gazetesi kapanıyor.
Bursa’da, Türkiye’de büyük bir sessizlik süreci başlıyor.
Ama tabi bu dönemde de işçi dernekleri kuruluyor ama 1936 yılında çok net bir şekilde “Dernek Yasası” düzenlenirken, sınıf temeline dayalı dernek kurulamayacağı net bir şekilde belirleniyor.
Dolayısıyla bu anlamda sendikal, işçi birliği gibi sınıfsal temele dayalı bir tüzük ve yönetmelikle sendika kurulamıyor.
1946 yılında da yine bir dernekler yasası oluşuyor ve bu dernekler yasasında yine aynı şekilde sınıf bilinciyle dernek kurulamayacağı belirtiliyor.
Dernek kurulamayacağı konusundaki yasaklar 1946’da çok partili sisteme geçene kadar devam ediyor.
Çok partili hayat sürecinde işçi hareketleri ve Bursa
Çok partili sisteme geçişle beraber tabii CHP içerisinde de artık birtakım açılımlar başlıyor.
1947 yılında çıkarılan dernekler yasasında sınıf bilincine ilişkin yasaklar kaldırılıyor ve daha sonra da sendikalar yasası oluşturuluyor.
Tabii süreç içerisin de Bursa önemli bir merkez.
Bursa’da çok güçlü birkaç fabrika var.
Onlardan bir tanesi Merinos, ikincisi Suni İpek Fabrikası.
Bu çok güçlü fabrikalarda büyük işçi kitleleri var.
1946’dan sonra Demokrat Parti aslında bizim gerici olarak nitelediğimiz bu parti, hem sendikaları hem işçileri destekleyen parti konumunda.
Çünkü Demokrat Parti CHP’nin zıttı olan, yapmadığı her şeyi içine alabilen bir parti oldu. Bu dönemde yani 1950’lerde kurulan Bursa İşçi Birliği’nin başkanı olan Recep Kırım çok uzun yıllar Demokrat Parti milletvekilliği yapmıştır.
Aslında Bursa’daki ilk işçi hareketlerini örgütleyen, sendikalaşmasını sağlayan, örgütlenmesi sağlayan kişilerin Demokrat Parti üyesi olduğunu görüyoruz.
İlk dönem de kurulan sendikalar bir anlamda işçileri denetlemek için onları kontrol altına almak için kurulmuş sendikalardı.
Yani kontrollü sendikalar diyelim.Bursa’daki 50’lili yıllardan 60’lı yıllara kadar neredeyse işçi liderlerinin Demokrat Parti tarafında, hatta bu dönem de Mehmet Ali Aybar’ın Demokrat Parti’den aday olması falan da bu mantıkla ilgili olmalıdır.
1961 Anayasası, İşçi Partisi ve işçi mücadelesi
Türkiye’de gerçek sendikaların emek kavramı 1961 anayasasıyla ortaya çıkıyor.
61’den sonra İşçi Partisi kuruluyor. İşçi Partisi’nin geliştirdiği anlayışla işçiler fabrikalarda örgütlenmeye başlıyorlar ve ardından DİSK kuruluyor.
DİSK işçilerin bilinçlenmesinde son derece etkili oluyor ve 12 Eylül’e kadar çok güçlü bir sendikacılıkla işçiler örgütlü bir şekilde varlıklarını sürdürüyorlar.
Fabrikalar taşeron sistemi diye bir şey geliştirdi, yaklaşık 20-30 yıldır.
Taşeron sistemi sendikaları tamamen güçsüzleştirdi, etkisizleştirdi.
Dolayısıyla sendikaların güçsüzleştirilmesinde ki en büyük etkenin Özal dönemindeki taşeronlaşma sistemi olduğunu söyleyebiliriz.
Türkiye’deki kadın hareketinde en önemli dönemlerden biri Birinci Meşrutiyetten Cumhuriyetin ilanı olan döneme kadar devam eden süre içinde görülmüştür.
Bu dönemi “kadınların kamusal alanda sosyal aktör olma” evresi olarak tanımlamak mümkündür. Abdulhamid tarafından açılan “Muallime Mekteplerinde” yetişen kadınlar öğretmen olarak Osmanlı kadınını eğitmek üzere taşraya gönderiliyordu.
İkinci Meşrutiyet’e kadar devam eden bu süreçte İstanbul, İzmir, Bursa, Selanik gibi gelişmiş kentlerde önemli bir eğitimli kadın ordusu ortaya çıkmaya başlamıştı.
Bu kadın ordusu içinde kalem oynatabilen, yazı yazabilen, resim yapan, şiir yazan, batı dillerinden çeviriler yapabilen çok sayıda kadın yetişmiştir.
Fatma Aliye, Emine Semiye, Halide Edip, Nezihe Muhittin, Nigar Hanım, Gülizar Hanım, Gülnar Hanım gibi çok sayıda Osmanlı kadını eser verebilecek duruma gelmişti.
Kadın konusuna karşı gelişen bu ilgi konuyla ilgili çok sayıda kitap, dergi ve gazete ekinin yayınlanmasına yol açmıştı.
Yapılan araştırmalar bu dönemde kadın konusuyla ilgili otuz üzerinde gazete veya dergini yayın hayatında boy gösterdiğini saptamışlardır.
1917 yılında ilan edilen Aile Hukuku Kararnamesi İsviçre Medeni Kanununun verdiği tüm kadınları aşağı yukarı Osmanlı kadınına vermekteydi.
Kadınların ikinci evrenin sonuna geldiğimizde elde edemedikleri tek hakları seçme ve seçilmeyi ön gören siyasal haklar olmuştu.
Kadın hareketinin Türkiye’deki üçüncü evresi Cumhuriyetin ilanıyla başlar 1980’li yıllara kadar devam eder.
Hatta Cumhuriyetin ilanının hemen akabinde Cumhuriyet Halk Fırkası ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasından daha önce Kadınlar Halk Fırkası adında bir siyasal parti kurarak siyasal haklar elde etme yönündeki isteklerini siyasal alana taşıyarak ortaya koydular.
Bu partinin kurulmasına izin verilmeyişini takiben aynı feminist kadınlar bu kez “Türk Kadınlar Birliği” adında bir dernek kurarak bu derneğin çatısı altında siyasal haklar elde etme yönündeki faaliyetlerine Derneğin kapandığı 1935 yılına kadar devam etmişlerdi.
Türkiye’nin değişik illerinde düzenledikleri sempozyum ve konferanslar aracılığıyla yöneticilere seslerini duyuran bu kadınlar medyayı da işgal eden önemli bir malzeme oluşturmuşlardı.
Ne var ki yari resmi nitelikli medya bu kadınlarla ilgili olumsuz yayınlar yapmakta ve onları “bozguncu”, “uçuk” unsurlar olarak nitelendirmekteydi.
Kadın hareketinin üçüncü evresinde devletin tutumu kadınları “himaye etme ve onlardan yararlanma” şeklinde olmuştur. Türk Kadınlar Birliği yöneticileri, 1934 yılında Atatürk’ü oy hakkı elde etmek için ziyaret ettiklerinde Atatürk, onlardan bu tür gereksiz işlerden vazgeçmelerini, kendilerini Cumhuriyetin ideallerine adamalarını ve bu idealleri Türkiye’nin her köşesindeki kadınlara ulaştırmak için seferber olmalarını istemişti.
Bu kadınlar bununla ikna olmaz 1934 yılında Kızılay’da toplanarak Meclisin bulunduğu Ulus meydanına kadar “oy hakkı isteriz” sloganları eşliğinde yürüyüşe geçer.
Atatürk’ten bu hakkı alacaklarına dair söz aldıktan sonra dağılırlar.
Bu gösteriyi takip eden kısa bir süre sonra kadınlara seçme ve seçilme hakkını veren kanun Meclise sunulur ve kabul edilir.
Bunun üzerine Türk Kadınlar Birliği yöneticileri amaçlarını elde ettiklerini düşünerek uluslararası bir sempozyum yaparak Derneği feshederler.
Cumhuriyet devrimlerinin kadın devrimiyle özdeş olduğunu dile getirenler ve buradan hareketle “devlet feminizmi” gibi bir kavram geliştirenler bile olmuştur. Halbuki Türkiye kadına seçme seçilme hakkını verdiği tarihlerde Avrupa’daki bir iki ülkenin dışında tüm ülkeler bu hakkı kadınlarına vermişlerdi.
Avrupa bir yana, Türkiye’nin etrafında yer alan ülkelerden Rusya ve Bulgaristan bu hakkı kadınlarına çoktan vermişken, İran ve Yunanistan gibi ülkelerse Türkiye’den bir kaç yıl sonra kadınlarına bu hakkı vermişlerdir.
Devlet elitinin yaygın propagandası sonucunda okumuş eğitimli kadın kitlesinde Cumhuriyet devrimlerine karşı büyük bir destek gelmiştir. Devlet eliti özellikle Cumhuriyetin ilk yıllarında kadınlara “muallime hanımlar” şeklinde özel bir misyon yükleyerek onları devrimlerin eğitici kadrosu olarak yetiştirmiştir.
Sol hareket içinde kadınlar sol hareketin sadece “dişi” gücünü oluşturmuştur. Nitekim bu hareketin literatürü içinde kadını tanımlayan kavram “bacı” kavramı olmuştur.
Dolayısıyla kadın dişiliğinden, aşkından, kendine özgü yaşamından ve haklarından soyutlanmış; erkekle omuz omuza, yan yana, dayanışma içinde aynı ülkü için mücadele eden bir sosyal grup oluşturmaktaydı. Devam edecek.
Bu hafta sızlere sevgılı dostum Zafer Algöz’ün İnkılap kitabevınden 2022 yılında çıkan ‘’ HIŞIRT DI BILEKBORD ‘’ Adlı kitabını öneriyorum. Saygımla.