1980'lerdeki Siyasi ve Sosyal Ortamda Türkiye Sinemasını :2
Yazının Giriş Tarihi: 16.04.2025 14:39
Yazının Güncellenme Tarihi: 16.04.2025 14:40
1980'li yılların 70'lere göre olabildiğince apolitik ortamında yukarıdaki filmlerin yanı sıra çok nitelikli toplumsal/siyasal eleştiri filmleri yapmaktan geri kalmaz türk sineması. bu filmleri genel olarak belirteyim: talihli amele, dolap beygiri, faize hücum, pehlivan, züğürt ağa, bir avuç cennet, çıplak vatandaş, at, yoksul, değirmen, bir avuç gökyüzü, umut sokağı, selamsız bandosu, düttürü dünya, zengin mutfağı, karılar koğuşu, anayurt oteli, Muhsin bey...
1987 yılına gelindiğinde Turgut Özal tarafından bir anlamda Türk sinemasının cenaze namazı kılınıyor. çıkarılan yabancı sermayeyi teşvik kanunu ile ABD 'li dev şirketler Türkiye piyasasına giriyorlar ve aracısız, vergisiz şubeler açıyorlar. piyasanın dağıtım ve işletme tekelini, sinema salonlarını ele geçiren bu majör firmalar haksız rekabete neden oluyor. , yeni salonlar açılıyor, yeni ses ve görüntü sistemleri getiriliyor ve salonlar güncel yabancı filmlerin istilasına uğruyor. bir aşamadan sonra yerli filmler salon bulamaz hale geliyor. üretim iyice düşüyor ve zaten sorunlarla boğuşmakta olan Türk sineması 90'lı yıllar boyunca sürecek olan derin bir krizin içine giriyor. şöyle bir örnek durumun vahametini ortaya koyacaktır. 1990'larda vizyon bulan Türk filmi sayısı şu şekilde: 1990'da 5 film, 1991'de 15, 1993'de 11, 1994'te 15, 1995'te 10, 1996'da 6, 1997'de 13. sadece beş Türk filminin vizyon şansı bulabildiği 1990 yılında yabancı film izleyici sayısı yaklaşık 10 milyon iken Türk filmi izleyici sayısı 500 bindir. meselenin hazin yanı şu ki, Amerikan sinema tekelleri türk seyirciden kazandıkları parayı vergi bile ödemeden ülkelerine aktarıyorlar. oysa benzer bir anlaşma yapan Rusya, sözleşmeye Rusya'dan elde edilen hasılatın Rusya'da kullanılması şartı koyuyor. baştan beri vurguladığım üzere, Türkiye'de sinema devlet desteğinden ve büyük sermayenin katkısından uzak, sahipsiz bir şekilde gelişmiş
Devlet sinemayı denetlenmesi, frenlenmesi gereken bir sektör olarak görmüş, sansür mekanizmasıyla sinemacıların burnundan getirmiş yıllarca. devlet, yeri gelmiş trt tarafından çekilen yorgun savaşçı gibi büyük emek ve para harcanan bir dizi filmi cadı yakar gibi yaktırmaktan imtina etmemiş. Turgut Özal'ın örneğinde olduğu gibi, devlet destek olmadığı sinemanın maddi kaynaklarını kurutacak hamleler yapmaktan geri kalmamış, tüm sinema piyasasını yabancı sermayeye terk edebilmiş. benzer şekilde telif yasasında da sinema sektörü devletin gadrine uğradı. telif yasası ek madde, "bu yasadan ancak yasanın çıkış tarihinden sonra yapılan filmler yararlanır." şeklindeydi ve aynı şart müzik eserleri için geçerli değildi. müzisyenlerin yararlandığı haklardan sinemacılar yararlanamıyor. bu durum devletin büyük bir ayıbı olarak yürürlükte hala. oysa avrupa sinema endüstrisine baktığınızda ulusal sinemaların devletler tarafından çeşitli yöntemlerle özenle korunduğunu görüyoruz. mesela hakan Erkılıç 'ın "sinema politikaları çerçevesinde filmlere sağlanan devlet desteği" başlıklı önemli makalesinden öğrendiğimize göre İngmar Bergman'ın memleketi İsveç'te, İsveç film enstitüsü 1963 yılında aldığı kararla, sinema biletinden alınan yüzde 10'luk vergiden toplanan parayı sektöre veriyor. hakeza Fransa'da ulusal sinema merkezi sinema biletinden yüzde 11,5, tv kanallarından yüzde 5,5, video gelirlerinden yüzde 2 oranında vergi alıyor ve bu vergileri bir fonda toplayıp bu paralarla sanat ve deneysel sinema filmleriyle film arşivlerini ve sinema eğitim kurumlarını destekliyor. ayrıca dağıtım mekanizmasında Amerikan hegemonyasını kırabilmek için sinema salonlarına ve dağıtım sektörüne neredeyse yapımcılara verdiğinden daha fazla destek veriyor. Türkiye, İsveç ve Fransa'nın sinemaya destek bağlamındaki vergi uygulamalarını kısmen de olsa 2001'de uygulamaya başlıyor. sinema biletinden kesilen yüzde 10 eğlence vergisinin yüzde 75'ini kültür Bakanlığı'na gelir olarak kaydedip sinema fonuna aktarıyorlar. bu uygulama 2004'te yasalaştı. 2004 yılında çıkarılan 5224 sayılı kanunla Türk sineması ilk defa bir kanuna sahip oldu. yasanın tartışılması gereken pek çok yönü olmakla birlikte bu tarihten sonra çekilen film sayısında gözle görülür boyutta bir artış başladı, sinema sektörü canlandı.
Bu hafta sizlere Hababam sınıfı oyuncularından Sevgili Tuncay Akça’nın ‘’Bir gülücük hikayesi ‘’ Adlı kitabını öneririm. Saygımla.
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Harun Hüsam KURT
1980'lerdeki Siyasi ve Sosyal Ortamda Türkiye Sinemasını :2
1980'li yılların 70'lere göre olabildiğince apolitik ortamında yukarıdaki filmlerin yanı sıra çok nitelikli toplumsal/siyasal eleştiri filmleri yapmaktan geri kalmaz türk sineması. bu filmleri genel olarak belirteyim: talihli amele, dolap beygiri, faize hücum, pehlivan, züğürt ağa, bir avuç cennet, çıplak vatandaş, at, yoksul, değirmen, bir avuç gökyüzü, umut sokağı, selamsız bandosu, düttürü dünya, zengin mutfağı, karılar koğuşu, anayurt oteli, Muhsin bey...
1987 yılına gelindiğinde Turgut Özal tarafından bir anlamda Türk sinemasının cenaze namazı kılınıyor. çıkarılan yabancı sermayeyi teşvik kanunu ile ABD 'li dev şirketler Türkiye piyasasına giriyorlar ve aracısız, vergisiz şubeler açıyorlar. piyasanın dağıtım ve işletme tekelini, sinema salonlarını ele geçiren bu majör firmalar haksız rekabete neden oluyor. , yeni salonlar açılıyor, yeni ses ve görüntü sistemleri getiriliyor ve salonlar güncel yabancı filmlerin istilasına uğruyor. bir aşamadan sonra yerli filmler salon bulamaz hale geliyor. üretim iyice düşüyor ve zaten sorunlarla boğuşmakta olan Türk sineması 90'lı yıllar boyunca sürecek olan derin bir krizin içine giriyor. şöyle bir örnek durumun vahametini ortaya koyacaktır. 1990'larda vizyon bulan Türk filmi sayısı şu şekilde: 1990'da 5 film, 1991'de 15, 1993'de 11, 1994'te 15, 1995'te 10, 1996'da 6, 1997'de 13. sadece beş Türk filminin vizyon şansı bulabildiği 1990 yılında yabancı film izleyici sayısı yaklaşık 10 milyon iken Türk filmi izleyici sayısı 500 bindir. meselenin hazin yanı şu ki, Amerikan sinema tekelleri türk seyirciden kazandıkları parayı vergi bile ödemeden ülkelerine aktarıyorlar. oysa benzer bir anlaşma yapan Rusya, sözleşmeye Rusya'dan elde edilen hasılatın Rusya'da kullanılması şartı koyuyor. baştan beri vurguladığım üzere, Türkiye'de sinema devlet desteğinden ve büyük sermayenin katkısından uzak, sahipsiz bir şekilde gelişmiş
Devlet sinemayı denetlenmesi, frenlenmesi gereken bir sektör olarak görmüş, sansür mekanizmasıyla sinemacıların burnundan getirmiş yıllarca. devlet, yeri gelmiş trt tarafından çekilen yorgun savaşçı gibi büyük emek ve para harcanan bir dizi filmi cadı yakar gibi yaktırmaktan imtina etmemiş. Turgut Özal'ın örneğinde olduğu gibi, devlet destek olmadığı sinemanın maddi kaynaklarını kurutacak hamleler yapmaktan geri kalmamış, tüm sinema piyasasını yabancı sermayeye terk edebilmiş. benzer şekilde telif yasasında da sinema sektörü devletin gadrine uğradı. telif yasası ek madde, "bu yasadan ancak yasanın çıkış tarihinden sonra yapılan filmler yararlanır." şeklindeydi ve aynı şart müzik eserleri için geçerli değildi. müzisyenlerin yararlandığı haklardan sinemacılar yararlanamıyor. bu durum devletin büyük bir ayıbı olarak yürürlükte hala. oysa avrupa sinema endüstrisine baktığınızda ulusal sinemaların devletler tarafından çeşitli yöntemlerle özenle korunduğunu görüyoruz. mesela hakan Erkılıç 'ın "sinema politikaları çerçevesinde filmlere sağlanan devlet desteği" başlıklı önemli makalesinden öğrendiğimize göre İngmar Bergman'ın memleketi İsveç'te, İsveç film enstitüsü 1963 yılında aldığı kararla, sinema biletinden alınan yüzde 10'luk vergiden toplanan parayı sektöre veriyor. hakeza Fransa'da ulusal sinema merkezi sinema biletinden yüzde 11,5, tv kanallarından yüzde 5,5, video gelirlerinden yüzde 2 oranında vergi alıyor ve bu vergileri bir fonda toplayıp bu paralarla sanat ve deneysel sinema filmleriyle film arşivlerini ve sinema eğitim kurumlarını destekliyor. ayrıca dağıtım mekanizmasında Amerikan hegemonyasını kırabilmek için sinema salonlarına ve dağıtım sektörüne neredeyse yapımcılara verdiğinden daha fazla destek veriyor. Türkiye, İsveç ve Fransa'nın sinemaya destek bağlamındaki vergi uygulamalarını kısmen de olsa 2001'de uygulamaya başlıyor. sinema biletinden kesilen yüzde 10 eğlence vergisinin yüzde 75'ini kültür Bakanlığı'na gelir olarak kaydedip sinema fonuna aktarıyorlar. bu uygulama 2004'te yasalaştı. 2004 yılında çıkarılan 5224 sayılı kanunla Türk sineması ilk defa bir kanuna sahip oldu. yasanın tartışılması gereken pek çok yönü olmakla birlikte bu tarihten sonra çekilen film sayısında gözle görülür boyutta bir artış başladı, sinema sektörü canlandı.
Bu hafta sizlere Hababam sınıfı oyuncularından Sevgili Tuncay Akça’nın ‘’Bir gülücük hikayesi ‘’ Adlı kitabını öneririm. Saygımla.