Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
SON DAKİKA
Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Gamze Taşçıer

haberalmedya - Gamze Taşçıer haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Gamze Taşçıer haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Özgür Özel'in listesi firesiz onay aldı; Bursa'dan 3 isim Haber

Özgür Özel'in listesi firesiz onay aldı; Bursa'dan 3 isim

CHP’nin 39’uncu Olağan Kurultayı’nın son günü olan üçüncü gününde, “Şimdi İktidar Zamanı” sloganıyla düzenlenen kongrede, Parti Meclisi (PM), Yüksek Disiplin Kurulu (YDK) ve Bilim Kültür Sanat Platformu (BKSP) için seçimler gerçekleştirildi. Yarışa tek aday olarak katılan ve kullanılan tüm oyları alarak toplam bin 333 oyla partinin tarihindeki en yüksek oyu toplayan Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in anahtar listesi, eksiksiz bir şekilde kabul gördü. Özel'in listesinden Bursa'dan 3 isim yer almakta. Önceki dönemde PM'de görev alan Nurhayat Altaca Kayışoğlu ve Canan Taşer yeniden PM'de bulunacak. Avukat Yasemin Reçber ise Yüksek Disiplin Kurulu'nda görev alacak. Yeni Parti Meclisi adayları şöyle: Özel’in anahtar listesinde yer alan PM adayları arasında; Süreyya Öneş Derici, Barış Övgün, Turgay Özcan, Suat Özçağdaş, Tuğçe Hilal Özkan, Engin Özkoç, Uygar Parçal, Evrim Rızvanoğlu, Selin Sayek Böke, Baran Seyhan, Polat Şaroğlu, Bihlun Tamaylıgil, Namık Tan, Mahmut Tanal, Mustafa Sezgin Tanrıkulu, Gamze Taşcier, Canan Taşer, Melisa Uğraş, Mehmet Salih Uzun, Pınar Uzun Okakın, İsmail Atakan Ünver, Ozan Varal, Mehmet Necati Yağcı, Deniz Yavuzyılmaz, Emre Yılmaz, Deniz Yücel, Mahir Yüksel, Gökan Zeybek, Erhan Adem, Zeliha Aksaz Şahbaz, Nurhayat Altaca Kayışoğlu, Cavit Arı, Ednan Arslan, Baki Aydöner, Ensar Aytekin, Yankı Bağcıoğlu, Murat Bakan, Saniye Barut, Ozan Bingöl, Burhanettin Bulut, İlhan Cihaner, Sercan Çıggın, M. Gül Çiftci Binici, Cansel Çiftçi, Nihat Dağ, Gülşah Deniz Atalar, Bedirhan Berk Doğru, Zeynel Emre, Hikmet Erbilgin, Bahattin Bahadır Erdem, Asiye Ergül, Ali Abbas Ertürk, Ali Gökçek, Gökçe Gökçen, Kübra Gökdemir, Volkan Memduh Gültekin, Elif Leyla Gümüş, Nazan Güneysu, Ozan Işık, Uğurcan Irak, Özgür Karabat, Ulaş Karasu, Yalçın Karatepe, Ecevit Keleş, Sevgi Kılıç, Berk Kılıç, Sinem Kırçiçek, Önder Kurnaz, Burcu Mazıcıoğlu ve Aylin Nazlıaka bulunmaktadır. Yüksek Disiplin Kurulu YDK listesinde ise Turan Taşkın Özer, Yasemin Reçber, Aliye Tımisi Ersever, Hümeyra Akkuş Sandıkcı, Ayça Akpek Şenay, Erbil Aydınlık, Süleyman Bülbül, Oğuzhan Cenan, Aliye Coşar, Deniz Çakır, Aysemin Gülmez, Remzi Kazmaz, Erdoğan Kılıç, Mesut Kırşanlı ve Ali Narin isimleri bulunmaktadır. Bilim Kültür Sanat Platformu Bilim Kültür Sanat Platformu anahtar listesinde ise Serkan Özcan, Şule Özsoy Boyunsuz, Kerim Rota, Tolga Sağ, Ömer Kaya Türkmen, Emine Uçak Erdoğan, Oya Ünlü Kızıl, Murat Arslan, Güldem Atabay ve Emre Kartaloğlu yer aldı.

Gamze Taşcıer: “Soma’nın Üzerine 52 Soma Daha Yaşandı” Haber

Gamze Taşcıer: “Soma’nın Üzerine 52 Soma Daha Yaşandı”

CHP Emek Büroları Genel Koordinatörü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşcıer, partisinin genel merkezinde iş güvenliği ve işçi sağlığı konulu basın toplantısı düzenledi. Taşcıer’in açıklamaları şöyle: “13 Mayıs 2014’te Soma’da meydana gelen en büyük iş cinayetinin üzerinden 11 yıl geçti. Hayatını kaybeden 301 madenciyi saygı ve rahmetle anıyorum. Ne yazık ki bu katliam göz göre göre işlendi. 29 Nisan 2014 tarihinde, Genel Başkanımız Sayın Özgür Özel Meclis kürsüsünden uyarmış ve ‘Soma’da maden ocaklarında sürekli patlamalar oluyor. O patlamalarda işçilerimizi kaybediyoruz. Sonuç: Yeni patlama, yeni ölümler’ demişti. Soma’daki ihmallerin araştırılması için verdiğimiz önerge, AKP’nin parmak çoğunluğuyla reddedilmişti. Tam 20 gün sonra Cumhuriyet tarihimizin en büyük iş cinayet cinayetini yaşadık. Ne var ki aradan geçen 11 yılda, bu büyük katliamın üzerindeki sis perdesi hâlâ kaldırılmadı. Davanın her aşamasında yargıya müdahale edildi. Failler siyasi irade tarafından alenen korunup kollandı. Göstermelik cezalar vicdanları yaraladı. Yakınlarını kaybedenler tekrar tekrar mağdur edildi. Adaleti sağlamakla yükümlü olanlar, ölenin değil de öldürenin yanında saf tutmayı alışkanlık haline getirerek kurumsallaşmış bir cezasızlık rejimi inşa ettiler. Soma Maden Faciası ve sonrasında yaşanan gelişmeler, AK Parti iktidarının turnusol kâğıdıdır. Soma’da 301 madencinin cansız bedenine 96 saat sonra ulaşabildi. Sanık kamu görevlilerinin yargılanması 99 bin 360 saatte tamamlanabildi. Ve neticede yitip giden her bir can karşılığında kamu görevlilerine 12’şer saat hapis cezası verildi. “Soma’nın üzerine 52 Soma daha yaşandı” Soma’dan bugüne, her iş cinayetinde yargının değil, iktidarın konuştuğu; adaletin değil, çıkar ilişkilerinin hüküm kurduğu bir tabloyla karşı karşıyayız. 11 yılda 15 bin 600 kişi, iş cinayetinde hayatını kaybetti. Başka bir ifadeyle Türkiye’de Soma’nın üzerine 52 Soma daha yaşandı ama tablo değişmedi. 2018’dan bugüne, yani tek adam rejiminin iş cinayetleri yüzde 61, ölümler ise yüzde 71 oranında artırdığını görüyoruz. Bu şartlarda 4-10 Mayıs tarihleri arasında 39’uncusu gerçekleştirilen İş Sağlığı ve Güvenliği Haftası’nı geride bıraktık. Ne yazık ki insan yaşamını ve sağlığını doğrudan ilgilendiren bir alanda, 1987’den bu yana tek bir adım dahi ilerleyemedik. Hastalığa doğru teşhis koymazsak uygulanan tedavilerin de anlamı olmaz. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın yapısı defalarca değişti. Bakanlar değişti, kanunlar, yönetmelikler, yönergeler, talimatlar, cezalar değişti ama AKP iktidarının vurdumduymazlığı değişmedi. Çünkü çalışma hayatına baktıkları nokta sorunluydu. “Tehlike altında olan makine değil, alın teriyle geçinen emekçidir” AKP, geride kalan 23 yılda emeği maliyet unsuru olarak gören çarpık bakış açısını kurumsallaştırmıştır. ‘İş sağlığı ve güvenliği’ diyerek işçiyi görünmez kılan, sorumluluğu anonimleştiren bir anlayışla baştan yanlış tanı koymuştur. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, AKP iktidarının çalışma hayatına bakışını net bir şekilde yansıtan, yanlış ve piyasacı bir adımdır. Bu yasayla iktidar, emekçiyi koruma görevini özel sektöre devretmiş; işçi sağlığı ve güvenliği piyasalaştırılmış; kamusal denetim tasfiye edilmiştir. Emekçiyi korumakla yükümlü olması gereken devlet, bu düzenlemeyle sorumluluktan kaçmış; işverenlerin alması gereken önlemler, ‘hizmet alımı’ kılıfıyla ticarileştirilmiştir. Böylece işçi sağlığı bir hak değil, satın alınabilir bir maliyet kalemi haline getirilmiş; iş kazaları ve meslek hastalıkları önlenecek bir risk değil, yönetilecek zarar olarak görülmüştür. Sonuçta işçi sağlığı bir hak olmaktan çıkarılmış, satın alınan bir hizmete indirgenmiştir. Oysa mesele iş değil, doğrudan işçinin sağlığıdır. Asıl olan işçi güvenliğidir. Çünkü tehlike altında olan makine değil, alın teriyle geçinen emekçidir. “Gerçek sosyal devlet, emekçisini üretim araçlarının kölesi olarak görmez” Dolayısıyla bugün, Türkiye’de çalışma yaşamının temel sorunu iş güvenliği meselesi değildir. Mesele; iş ve istihdam değil, yaşamdır. Sorun sağlık değil, sistem sorunudur. Öncelik güvenlik değil, emeği ve emekçinin yaşamını tehdit eden adaletsizliktir. AKP, iş kazalarını önlemek için geliştirdiği sözde stratejinin özünü, ‘Önlemek, ödemekten ucuzdur’ yaklaşımıyla ortaya koymaktadır. İşverenin, işçi sağlığını korumakla yükümlü olması gerekirken Bakanlık işverenleri sadece zarar etmemek için önlem almaya çağırmaktadır. Bu, açıkça devletin kendi sorumluluğundan feragat etmesidir. İktidarın meseleye ekonomi gözlüğüyle baktığı bu söylem, işçinin hayatını maliyet-fayda hesabına indirgeyen çürümüş bir zihniyetin itirafıdır. Peki, eğer önlem almanın bedeli, yaşanacak bir iş kazasının bedelinden daha yüksek olursa o zaman can güvenliğini hiçe saymak meşru mu olacaktır? AKP yüzümüze baka baka ‘Evet, ben iş kazalarını maliyet-fayda hesabı olarak görüyorum ve bu tutumum meşrudur’ demektedir. Bir kez daha altını çizerek ifade ediyorum: İşyerleri sadece üretim yapılan yerler değil; aynı zamanda yaşamın sürdüğü, onurun, hakkın ve emeğin değer kazandığı alanlardır. Öncelik önlem almanın maliyeti değil, her koşulda insan yaşamının korunması olmalıdır. Gerçek sosyal devlet, emekçisini üretim araçlarının kölesi olarak görmez. Aksine emekçileri güvenceli, sağlıklı ve insanca bir yaşamın öznesi haline getirir. Ancak Türkiye’de emekçilerin canlarının bir değeri olmadığı çok açık bir şekilde görülmektedir. “AKP, piyasacı ve güvencesizliğe dayalı bir sistem inşa etmiştir” AKP iktidarı, işçi sağlığı ve güvenliği gibi doğrudan yaşam hakkını ilgilendiren alanda sendikaları, meslek örgütlerini ve odaları sistematik bir biçimde sürecin dışına itmiş; kamusal denetimin içini boşaltmıştır. 2005 yılında kurulan ve kamusal denetimin en üst kurumsal yapısı olan Ulusal İş Sağlığı ve Güvenliği Konseyi, bugün fiilen işlevsizdir. Bilimi, örgütlü emeği ve meslek etiklerini dışlayan AKP, piyasacı ve güvencesizliğe dayalı bir sistem inşa etmiştir. İş sağlığı ve güvenliği uzmanlığı, mevcut yapıda denetim mekanizmasının önemli bir bileşenidir. Ne var ki devlet, bu alandaki asli sorumluluğunu terk etmiş, denetim görevini taşerona havale etmiştir. Bugün iş güvenliği uzmanları özel firmalara bağlı, güvencesiz ve etkisiz bir pozisyona itilmiştir. İş güvenliği uzmanlığı, bir kamu hizmeti olması gerekirken adeta danışmanlık hizmeti gibi metalaştırılmıştır. Ücretleri, çalıştıkları işyeri tarafından ödenen uzmanlardan aynı işyerinin eksiklerini raporlaması beklenmektedir. Üstelik bu uzmanlar, işveren baskısına maruz kaldıkları gibi, meydana gelen iş kazalarında da cezai sorumlulukla karşı karşıya bırakılmaktadır. Bu çelişki, iş cinayetlerine davetiye çıkaran başlı başına bir sistem krizidir. “İşçilerin en fazla hayatını kaybettiği dokuzuncu ülkeyiz” Veriler de insani krizin her geçen yıl daha da derinleştiğini ortaya koymaktadır. Türkiye’de 21,7 milyon sigortalı çalışan ve 2 milyondan fazla işyeri var ama bu devasa yapıyı denetlemekle görevli iş müfettişi sayısı sadece bin civarında. Oysa ILO standartlarına göre, bir iş müfettişinin en fazla 10 bin çalışanı ve 250 işyerini denetlemesi gerekir. Bu hesaba göre, Türkiye’nin en az 2 bin 170 iş müfettişine ihtiyacı vardır. Ne var ki mevcut durum asgari ihtiyacın sadece yüzde 46’sını karşılamaktadır. Devleti yönetenler açıkça, ‘Biz bu alanla ilgilenmiyoruz’ demektedir. İş müfettişi sayısının düşüklüğü, cezaların caydırıcılıktan uzak olması ve denetimlerin önceden haber verilerek yapılması, Türkiye’de iş cinayetlerini önlemek bir yana, adeta teşvik eder hale getirmiştir. AKP’li yıllarda, en az 35 bin işçinin hayatını kaybettiğini SGK verilerinden biliyoruz. Bu ölümler kaza değil, cinayettir. Katil de bellidir suç ortağı da. Devlet, asli görevi olan koruma sorumluluğunu yerine getirmeyerek iş cinayetlerindeki ihmalkârlığını ‘fıtrat’ söylemiyle sümen altı etmektedir. Uluslararası Çalışma Örgütü’ne göre, 100 bin işçi başına 2 bin 459 yaralanmayla dünyanın en çok iş kazası yaşanan 11’inci ülkesiyiz. Dahası, 100 bin işçi başına 6,3 ölümle işçilerin en fazla hayatını kaybettiği dokuzuncu ülkeyiz. “Meslek hastalıkları verilerinin az olması iktidarın başarısı değil” Meslek hastalıkları bakımından da ülkemizde karanlık bir tablo var. Emekçileri kırıp geçiren gizli bir salgın var ancak tedavi etmekten de kaçınan bir iktidar. Bilimsel veriler, dünyada her bin işçi için beklenen meslek hastalığı vaka sayısının 4 ila 12 arasında değiştiğini göstermekte. Buna göre, Türkiye’de her yıl yaklaşık 140 bin çalışana meslek hastalığı tanısı konması gerekir. Oysa SGK verilerine, 2023’te sadece 945 kişiye bu tanı kondu. Geride kalan 20 yılda, tanı konan kişi sayısı ise 14 bin 340. Meslek hastalığı nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı ise 107. Bu veriler hayatın olağan akışına aykırı. İktidarın Türkiye'de meslek hastalığı yokmuş gibi davranmasının arkasındaki nedenler etkin denetim ve yaptırım eksikliğiyle sınırlı değil. Yaygın kayıt dışı istihdam da meslek hastalıklarının daha tanı bile konulmadan tamamen görünmez kılınmasına zemin hazırlamakta. Sonuç olarak çalışma hayatı verilerinde, meslek hastalıkları verilerinin az olması, iktidarın bir başarısı değil. Bu hastalıklar ortadan kalkmamış, iktidar eliyle emekçinin gündeminden kaçırılmıştır. “Gelişmiş hiçbir ülkede bu kadar görünmez kalan başka cinayet türü yoktur” Öte taraftan çocukların 14 yaşında tehlikeli işlerde çalıştırmaya yönlendirilmesi, Türkiye’de çalışma hayatının utanç verici başka bir boyutudur. Çocuk ve işçi kavramı yan yana dahi gelmemelidir. Bu hem vicdana hem hukuka aykırıdır. Ancak AKP iktidarı, MESEM uygulamasıyla çocuk emeğini meşrulaştırarak ahlakın, hukukun ve insanlığın sınırını zorlamaktadır. MESEM uygulaması hiçbir sosyal ve sağlık güvencesine sahip olmaksızın asgari ücretin yüzde 30’una çalıştırılan çocuklar, emek sömürüsünün nesnesi haline getirilmektedir. AKP’nin kurguladığı bu modelde çocuk; piyasanın ihtiyaçlarına göre kullanılan, ucuz ve itaatkâr bir işgücü kaynağı olarak konumlandırılmaktadır. Son 12 yılda SGK verilerine göre, 134; İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre en az 742 çocuk çalışırken hayatını kaybetti. Gelişmiş hiçbir ülkede bu kadar görünmez, bu kadar cezasız kalan başka bir cinayet türü yoktur. “Kökleri otoriterleşmede, kaynağı demokrasi eksikliğinde olan derin bir krizin ortasındayız” İşçi sağlığı ve güvenliği bir toplumun demokratikleşme düzeyini, sosyal adalet anlayışını ve kalkınma niteliğini yansıtan temel bir göstergedir. Bir ülkede emeğin korunması, çalışma hayatında insan onurunun gözetilmesi ve iş kazalarının önlenmesi için alınan önlemler; o toplumun hukukun üstünlüğüne, insan haklarına ve kamu yararına ne ölçüde bağlı olduğunu gösterir. Görünen köy kılavuz istemiyor. Türkiye’de yaşanan sorun, sadece teknik değil. Kökleri otoriterleşmede, kaynağı demokrasi eksikliğinde olan derin bir krizin ortasındayız. İş cinayetlerinden meslek hastalıklarına, cezasızlıktan denetimsizliğe uzanan her adımda, kendi siyasal tercihini dayatan bir iktidar anlayışı var ve bu anlayışın artık gidecek yolu kalmamıştır. ‘Ya adalet ya sefalet’ diyen milyonların çağrısına kulağını tıkayanların iktidarının ömrü artık kelebeğin ömrü kadar kısa ve geçicidir. Çünkü adaletsizliğin, eşitsizliğin ve sömürünün üzerine kurulan hiçbir düzen, halk iradesi karşısında sonsuza dek ayakta kalamaz.”

Gamze Taşcıer, Bakan Işıkhan’a Sordu: Bu Çocuklar Neden Öldü? Haber

Gamze Taşcıer, Bakan Işıkhan’a Sordu: Bu Çocuklar Neden Öldü?

Önergede meydana gelen ölümlerin ve iş kazalarının tekil değil sistematik olduğuna dikkat çekilirken, çocuk işçiliğinin sosyal adalet, sınıf eşitsizliği ve piyasa düzeninin bir sonucu olduğu vurgulandı. Taşcıer soru önergesinde ayrıca son bir ayda en az dört çocuğun iş cinayetlerinde hayatını kaybetmesine rağmen Bakan Vedat Işıkhan’ın sosyal medya hesabından ölümlerle ilgili tek bir açıklama yapmadığını ifade ederek, “Sayın Bakan’ın sosyal medya hesaplarında bu çocukların isimlerine ve ölümlerine dair hiçbir ifade yer almazken; aynı dönemde Cumhurbaşkanı’nın konuşmalarını paylaşması, yurt dışı ziyaretlerine ilişkin açıklamalar yapması ve bazı etkinlik ve kongrelere dair paylaşımlarda bulunması, bu sessizliğin bilinçli bir politik tercihe dayandığını göstermektedir” değerlendirmesinde bulundu. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Emek Büroları Koordinatörü Gamze Taşcıer, son haftalarda meydan gelen çocuk işçi ölümleriyle Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın yanıtlaması istemiyle TBMM Başkanlığı’na yazılı bir soru önergesi verdi. “ÇOCUKLAR ÖLÜYOR, BAKAN SUSUYOR” Önergenin gerekçesinde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın iş cinayetlerine rağmen kamuoyuna tek bir açıklam yapmamasını sert sözlerle eleştirdi. “Çocuklar ölüyor, Bakanlık izliyor, Bakan susuyor.” diyen Taşcıer, “Sayın Bakan Cumhurbaşkanı'nın konuşmalarını paylaştı, Mısır ziyaretine dair açıklamalarda bulundu, çeşitli kongre ve toplantılara katıldığına ilişkin görseller servis etti. Ancak aynı dönemde yaşamını yitiren dört çocuk işçiye dair tek bir söz söylemedi. Ne ailelerine başsağlığı diledi ne de çocuk işçiliğiyle mücadele konusunda bir irade ortaya koydu. ‘Çalışma ve Sosyal Güvenlik’ Bakanı olan bir kamu görevlisinin, çocuk işçiliğe bağlı ölümler karşısında sessiz kalması sadece bir ihmalkârlık değildir. Sayın Bakan çocuk işçiliğini görmezden gelmeyi tercih emiştir.” değerlendirmesinde bulundu. “BU BİR HAK MÜCADELESİDİR!” CHP Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşcıer, çocuk işçiliğinin, sınıfsal eşitsizliklerin, emek sömürüsünün ve neoliberal politikaların çarpıcı bir sonucu olduğunu vurgulayarak, “AKP iktidarının yıllardır uyguladığı piyasacı politika anlayışı neticesinde kamusal eğitim niteliksizleşmiş, sosyal koruma mekanizmaları zayıflamıştır. Bu bilinçli politikanın sonucu olarak yoksulluk derinleşmiş, eğitime erişimdeki eşitsizlikler artmış, sosyal devletin geri çekilmesi nedeniyle de güvencesiz çalışma biçimleri yaygınlaşmış ve çocuklar güvencesizliğin nesnesi haline getirilerek, erken yaşta işgücü piyasasına sürüklenmiştir.” ifadelerini kullandı. “İKTİDARIN YÜKÜMLÜLÜĞÜNÜ HATIRLATIYORUZ!” Önergesinde Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelere (BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, ILO 138 ve 182 Sayılı Sözleşmeler) rağmen, çocuk işçiliğinin hâlâ ağır koşullarda ve ölümle sonuçlanan biçimlerde sürdüğünü vurgulayan Gamze Taşcıer, eğitim ve sosyal destek mekanizmalarının çöküşüne dikkat çekerek, “Çocuk işçiliğiyle mücadele ancak sosyal devletin yeniden inşasıyla mümkündür. Çocuk işçiliği bir kader değildir, politik bir tercihin sonucudur. AKP’nin tercihi, emeğin değil sermayenin tarafında durmaktır. Sosyal adaleti ve refahı değil ucuz iş gücünü büyütmektir.” dedi. Taşcıer Bakan Işıkhan’a şu soruları yöneltti: 1) Son bir ay içerisinde en az dört çocuğun çalıştırıldıkları işyerlerinde hayatını kaybetmiş olmasına rağmen, neden bu ölümler hakkında Bakanlık tarafından kamuoyuna bir açıklama yapılmamıştır? Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olarak bu çocuklara ve ailelerine karşı bir sorumluluk hissediyor musunuz? 2) Çocuk işçiliği ile mücadele etmekle yükümlü olan Bakanlığınız, bu ölümlerin ardından hangi denetim ve soruşturma süreçlerini başlatmıştır? 3) Sosyal medya hesaplarınızda, Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarına yer verirken, yurt dışı ziyaretlerinizi duyururken veya kongre etkinliklerinizi paylaşırken, çocuk işçiliğe bağlı ölümlere neden tek bir cümleyle dahi yer vermediniz? Bu sessizlik Bakanlığınızın çocuk işçiliği konusuna bakışını mı yansıtmaktadır? 4) 14 yaşındaki Abdurrahman Özkul’un Niğde Bor Karma OSB’de ve 14 yaşındaki Suriyeli Yusuf Mısri’nin Konya Beyşehir’de çalıştıkları işyerlerinde daha önce denetim yapılmış mıdır? Bu işyerleri çocuk işçi çalıştırdıkları için herhangi bir yaptırıma uğramış mıdır? 5) Bakanlığınızın işçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili teftiş mekanizması, çocuk işçiliği vakalarını izleme ve önleme bakımından işlevsiz hale mi gelmiştir? Eğer Bakanlık mekanizması işlevsiz değilse çocuk işçiliğini önlemek ve yaşanan ölümlere son vermek gibi bir siyasi ve kamusal önceliğiniz yok mudur?

Gamze Taşcıer: “Biz Normaliz, Anormal Olan Sizin Sapkın Zihinleriniz!” Haber

Gamze Taşcıer: “Biz Normaliz, Anormal Olan Sizin Sapkın Zihinleriniz!”

Taşcıer’ın açıklaması şu şekilde: KADIN BEDENİNE KARŞI SİSTEMATİK SALDIRI “Futbol sahasında 11 erkeğin ‘doğal olan normal doğumdur’ pankartıyla çıkması, AKP iktidarının kadınların bedenine, doğurganlığına ve yaşam tercihlerine yönelik sistematik baskısının yeni bir örneğidir. Futbol sahaları kadın bedeninin propaganda malzemesi yapılacağı alanlar değildir. Devletin ya da herhangi bir erkeğin, kadınlara nasıl doğuracaklarını dikte etme ne hakkıdır ne de haddidir.” DOĞUMUN BİÇİMİ KADINI İLGİLENDİRİR Sezaryen de, epidural de, doğumun zamanı da biçimi de yalnızca kadını ilgilendirir. ‘Normal’ ya da ‘doğal’ gibi yargılayıcı ifadeler, kadınları belli kalıplara sokmanın, onları ‘iyi anne’, ‘makbul kadın’ gibi kıstaslarla sınıflandırmanın aracı haline gelmiştir. Bu, açık bir tahakküm dilidir. Doğumu ‘doğal’ ya da ‘normal’ diye etiketlemek, sezaryeni tercih eden ya da buna mecbur kalan kadınları hedef göstermek demektir. İKTİDAR DİLİNİ REDDEDİYORUZ Ne giyeceğimize, nasıl yaşayacağımıza, nasıl doğum yapacağımıza da biz karar veririz. Kadınlar olarak bedenimiz üzerindeki bu iktidar dilini reddediyoruz. Bugün ‘doğum nasıl olmalı’yla başlayan bu anlayış, yarın doğurmayan kadını sorgulamaya, onu ötekileştirmeye kadar uzanır. KADININ BEDENİ DEVLETE AİT DEĞİL Topun peşinden koşanlar kendi oyunlarını oynasın; ama kadınların hayatına, bedenine dair mesajlarla sahadan ahlâk dağıtmasın. Kadının bedeni; devlete, futbolcuya ya da erkeğe ait değildir. Biz buna izin vermeyeceğiz.

Gamze Taşcıer: Bu Ülkede İktidar İçin Makbul Vatandaş, Maktul Olan Vatandaştır Haber

Gamze Taşcıer: Bu Ülkede İktidar İçin Makbul Vatandaş, Maktul Olan Vatandaştır

Cumhuriyet Halk Partisi Emek Büroları Koordinatörü, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gamze Taşcıer, Bolu Kartalkaya’da meydana gelen yangın faciasının ana sorumlusunun kamu denetimini ortadan kaldıran AKP iktidarı olduğunu ifade ederek, “Gelişmiş ülkelerde 100.000 kişiye 10’dan fazla iş müfettişi düşerken, ülkemizde bu sayı yalnızca 5. Türkiye’de 2 milyondan fazla işyerinde 16 milyondan fazla sigortalı çalışan olduğunu düşündüğümüzde 917 iş müfettişiyle etkin bir kamu denetimi yapmak mümkün değil. Tek adam rejiminde itibarsızlaştırılan kamu denetimi nedeniyle iş kazaları seri cinayetlere dönüştü” değerlendirmesinde bulundu. Yazılı bir açıklama yapan Taşcıer şunları ifade etti: DENETİM SİSTEMİNİ PARAMPARÇA ETTİLER “AKP iktidarı, kamu denetim mekanizmasını adeta çökertmiş ve çalışamaz hale getirmiştir. Denetim sisteminin etkinliği yalnızca bir idari mesele değil, doğrudan halk sağlığının temel taşıdır. Ancak AKP iktidarı, kamu yararını hiçe sayarak denetim mekanizmalarını zayıflatmış, parçalı bir yapıyı dayatmıştır. İş müfettişi, SGK müfettişi ve SGK denetmeni gibi bölünmüş bir denetim sistemiyle etkinlikten söz etmek mümkün değildir. Bu yapının değişmesi ve tek bir çatı altında toplanması gerekiyor. Ancak AKP, uluslararası normları da göz ardı ediyor. Sorumsuzluk bu iktidarda bir norm haline geldi. Bugün, etkin bir denetim sistemi yerine, halkın yaşam hakkını riske atan bir sistemsizlikle karşı karşıyayız.” İŞ KAZASI DEĞİL SERİ CİNAYET “22 yılda 24 facia yaşandı. Bingöl’de, Maraş’ta, Hatay’da depremleri gördük. Pamukova’da, Çorlu’da, Ankara’da tren kazalarına şahit olduk. Patlamalar yaşandı. Soma’da, Ermenek’te, Amasra’da, İliç’te maden cinayetleri işlendi. 54 bin 780 kişi öldü. Bir kamu görevlisi bile sorumluluk almadı! Ölen öldüğü ile kaldı. Bu ülkede iktidar için makbul vatandaş, maktul olan vatandaştır.” ÇALIŞAN ARTIYOR, DENETLEYEN AZALIYOR “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın verileri ortada. 2018’de iş müfettişi sayısı 1.097’ydi, 2023’te bu sayı 917’ye düştü. Türkiye’de iş gücü artarken, çalışma hayatını denetlemesi gereken müfettiş sayısı yüzde 20 azaldı. Başka bir ifadeyle bir iş müfettişi 2.376 iş yerini ve bu iş yerlerinde çalışan 17.891 kişiyi denetlemekle yükümlü. Böyle bir sistem sağlıklı olabilir mi?” DENETİM ETKİSİZ “Gelişmiş ülkelerde 100.000 kişiye düşen iş müfettişi sayısı 10’un üstündedir. Türkiye’de ise 100.000 işçiye sadece 5 müfettiş düşüyor ve bu rakam, işçi sağlığı ve güvenliği açısından büyük bir ihmali gözler önüne seriyor. Bu kadar kritik bir alanda müfettiş sayısının yetersiz bırakılması, maalesef iktidarın çalışan sağlığını, güvenlik hakkını ne kadar önemsiz gördüğünün açık bir göstergesidir. İş kazalarının ve ölümlerin önlenmesi için etkin denetimler şartken, AKP iktidarı bu konuda gerekli adımları atmak bir yana, denetim mekanizmasının içini boşaltıyor. Dünyanın birçok ülkesinde daha fazla müfettişle bu sorun çözülürken, bizdeki yetersizlik, sadece çalışanların değil hizmetten yararlanan yurttaşların da hayatını riske atmaya devam ediyor. Çalışanlarımızın canı, istatistiklere sığdırılacak kadar değersiz değildir! İktidarın bu ihmalkâr tavrı ancak işçi sağlığı ve güvenliği politikasında radikal bir dönüşümle çözülebilir.” BİR İŞ MÜFETTİŞİNE 7 YIL “Bir iş müfettişinin 50 kişinin çalıştığı bir iş yerinde etkin bir denetim yapabilmesi için günde 10 saat ayırdığını düşünelim. 2.376 iş yerini etkin bir biçimde denetleyebilmek için 1.901 iş gününe yani 380 haftaya yani yaklaşık 7,3 yıla ihtiyacı var. Başka bir deyişle bir senede yapması gereken iş ancak 7 yılda bitebiliyor. Gerçekçi olmayan, insan hayatını öncelemeyen, sorumluluğu yasak savarcasına üzerinden atan bir yapı var. AKP iktidarının kurguladığı denetim sistemi yalnızca kağıt üstendedir. Evrak üzerinde kalan denetim süreci yalnızca bir ihmal değil, bilerek ve isteyerek halkın yaşam hakkının tehlikeye atılmasıdır. Kartalkaya’daki otel yangınında 79 yurttaşımızı kaybettik. Bu bile isteye gerçekleşen bir katliamdır. Denetimsizlik felaketinin en acı tablosudur. Hiçbir Bakanlık sorumluluk almıyor, çünkü sistem çökmüş durumda. Eğer denetim mekanizmaları güçlü olsaydı, bu facianın önüne geçilebilirdi. AKP’nin politikaları yüzünden, denetim yapması gereken kurumlar işlevsiz hale getirilmiş ve halkın güvenliği göz ardı edilmiştir. MİLYONLAR ÖLÜYOR, ÇÖZÜM HEP “SABIR” “Türkiye, denetimsizliğin ve ihmalin bedelini insan hayatıyla ödüyor. Yüzlerce aile yasa boğulmuşken Erdoğan “sabır” öğütlüyor. Bu yaklaşım, devletin asli görevlerinden biri olan yurttaşlarının güvenliğini sağlama sorumluluğunu unutturmaya çalışmaktır. Halkın güvenliğini sağlamayan, denetim mekanizmalarını çökerten bir yönetimin “sabır” çağrısı yapması vicdani değildir. Görüyoruz ki, iktidar halktan özür dilemek ve hesap vermek yerine her faciadan sonra olduğu gibi yine dini ve manevi söylemleri kullanarak sorumluluktan kaçmayı tercih ediyor. “Sabrın sonu selamettir” demek, denetim görevini yerine getirmediğiniz, ihmallerin önünü açtığınız bir ortamda acılı ailelere “Bu da geçer” demekle eşdeğerdir. Oysa bu acılar geçmez. Halkımızın ihtiyacı olan sabır değil; adalet, güvenlik ve devletin yurttaşına sahip çıkacağına dair güvendir.” ÇÖZÜM ETKİN DENETİMDE “Bu katliamların önüne geçmek için kamu yararı öncelenmelidir. Denetim mekanizması tek bir çatı altında toplanmalı ve etkin bir yerinde denetim modeli benimsenmelidir. Şu anda parçalı bir denetim yapısı var; iş müfettişi ayrı, SGK müfettişi ayrı, SGK denetmeni ayrı. Bu yapıyı birleştirmek ve grup başkanlıklarını il bazında yapılandırarak denetim kapasitesini artırmak zorundayız. Ayrıca, bağımsız denetimin önündeki engeller kaldırılmalı ve denetim faaliyetlerine siyasi müdahaleler son bulmalıdır. Kamu denetim sistemi, kamu yönetiminin kilit taşıdır. Bu taşı yerinden oynatırsanız, vatandaşların yaşam hakkını da yok edersiniz. Biz, halkın yaşam hakkını savunmayı ve denetim sistemini yeniden inşa etmeyi görev biliyoruz.”

Gamze Taşcıer’den Bolu Kartalkaya’da Gerçekleşen Otel Yangını ile İlgili Açıklama: “Toplu Cinayet İşlendi” Haber

Gamze Taşcıer’den Bolu Kartalkaya’da Gerçekleşen Otel Yangını ile İlgili Açıklama: “Toplu Cinayet İşlendi”

Yazılı bir açıklama yapan Taşcıer şunları ifade etti: AKP DENETİMSİZLİĞİ NORMALLEŞTİRDİ “Ülkemizde son yıllarda felaket boyutunda kazalar kamu denetiminin yetersizliğinin nelere yol açabileceğini acı tecrübelerle göstermiştir. Yaşanan büyük yıkım ve can kayıpları kamu denetim sistemindeki aksaklıkların dolaylı sonucudur. Kamu denetim sistemi, kamu yönetimi sisteminin kilit taşıdır. Oysa AKP iktidarı, kamu denetim mekanizmasının içini boşaltmış ve sistemi etkisizleştirerek, çalışamaz hale getirilmiştir. Ne yazık ki, ortadan kaldırılan yalnızca kamu denetim sistemi değil, halkın yaşam hakkıdır.” GÖZ GÖRE TOPLU BİR CİNAYET İŞLENDİ “Öncelikle turizm tesislerinin “az tehlikeli işyeri” sınıfına alınması, denetimlerin gevşetilmesine ve bu tür facialara davetiye çıkarmasına neden olmaktadır. Bolu’daki söz konusu otel, 1960’lı yıllarda inşa edilmiş ve daha sonra büyütülmüştür. Bu süreçte yangın güvenliğiyle ilgili güncel mevzuata uygunluk sağlanmamış, en temel ihtiyaç olan yangın merdivenin mevzuata uygun olmadığı görmezden gelinmiştir. Ancak bu ihmaller zinciri, yalnızca otel sahiplerinin sorumluluğu değildir. Süreç Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan Çalışma Ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na kadar uzanan ihmaller zincirinin yakıcı sonucudur. Bolu yangını bu bakımdan göz göre göre işlenen toplu cinayettir.” ÖLÜMLERDEN BAKANLIK SORUMLUDUR “Söz konusu otelde iki yıldır gerekli denetimi yapmadığı ifade edilen, açık eksiklikleri tespit etmeyen Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu ölümlerde başlıca sorumlulardan biridir. İSG mevzuatına göre, yangın merdiveni bir zorunluluktur, hayati bir önlemdir. Her işyerinde yangın anında insanların güvenli bir şekilde tahliye edilmesini sağlayacak bir sistemin olması şarttır. Bu otelde yangın merdiveninin mevzuata uygun olmadığı açıkça ortadayken, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu durumu nasıl görmezden gelmiştir? Faciayla ilgili dört başmüfettiş görevlendirildiğini açıklayan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı öncelikle bu otelde Bakanlığı tarafından son denetimin ne zaman yapıldığını açıklaması gerekmektedir. Yangın merdiveni ve söndürme sistemleri kadar açık bir eksiklik nasıl ve neden fark edilmemiştir? Bakanlık, bu ihmaliyle ölen vatandaşlarımızın sorumluluğunu taşımaktadır. BAKAN’IN CEVAP VERMESİ GEREKEN SORULAR Bakanlık, yalnızca bir düzenleyici otorite değil, aynı zamanda bu tür ihmalleri önlemekle yükümlü bir mercidir. Yangın merdiveni olmadan faaliyet gösteren bir otel, açıkça bir ölüm tuzağıdır. Bu ihmali denetlemeyen, Bakanlık yetkilileri yaşanan ölümlerden en az otel işletmesi kadar sorumludur. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan öncelikle, otellerdeki yangın risklerini nasıl göz ardı edebildiğini açıklamak zorundadır. 1) Yangın merdiveni olmayan bir otel, turizm tesisi unvanını nasıl kazanmıştır? 2) Bakanlık, yangın merdiveni ve yangın söndürme sistemlerindeki eksikliğini neden kontrol etmemiştir? 3) Bu kadar açık bir ihmal karşısında, denetim mekanizmasını neden devreye sokmamıştır? 4) Yangından önce, Haziran 2024’te personelin yangın eğitimi aldığı belirtilmektedir. Ancak bu eğitimlerin yalnızca kâğıt üzerinde tamamlandığı anlaşılmaktadır. Eğitim olmayan yerde koordinasyon da olmaz, tahliye de gerçekleşmez. Bakanlık bu eğitimlerin gerçekliğini nasıl denetlemiştir? Denetlediyse, neden hiçbir eksik tespit edilmemiştir? BU İHMALLERDEN KİMSE KAÇAMAZ Bu facia, bir istifa nedeni değilse, bir Bakanın istifa etmesi için başka ne olması gerekiyor? Mevzuat eksikliklerinin giderilmesinden ve denetim mekanizmalarının güçlendirilmesinden sorumlu olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, işlenen cinayetin sorumluluğunu almalı ve derhal görevinden istifa etmelidir. Çok sayıda masum insanın hayatına mal olan bu katliam, yalnızca bir otel yangını değil, AKP’nin inşa ettiği liyakatsizlik, denetimsizlik ve kayırmacılık üzerine kurulan ahlaksız ve vicdansız sistemin çöktüğünün açık bir göstergesidir.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.